ustalardan

"Çaldıklarım etrafımda olup bitene verdğim tepkiden ibarettir." Tony Willams

28 Ocak 2008 Pazartesi

SAHİBİNİ BEKLEYEN ZİLLER

(BU YAZI, THY AYLIK DERGİSİ SKYLIFE MAYIS SAYISINDAN ALINMIŞTIR.)

İstanbul’un kıyısında kalmış semtlerden birinde küçük bir fabrikadayız. Arka odada alçak tabureler üstüne oturmuş zanaatkârlar sıcak bakır ve özel alaşımlı levhaları istenilen kalınlık ve biçime getimek için nerdeyse soluk bile almadan çalışıyorlar. Havada hızla inip kalkan çekiçler durmaksızın madeni dövüyor. Ziller cilaya ve tornaya gitmeden önce her birine dokunarak metalin pürüzsüzlüğünü inceden inceye kontrol etmek, çekiçle hafifce döverek düzeltmek ise ustanın işi. Küçücük odada kulakları sağır eden, ahenksiz bir gürültü var. Oysa ne tuhaf, o cennetten tınısıyla nice sultanı ve askeri olduğu kadar halktan kişileri de yüzyıllarca büyüleyen bir müzik enstrümanının, zilin, yaratılma süreci bu. Tüm bu anlattıklarımız 17. yy İstanbul’undan enstanteneler olabilirdi. Ama takvimler 2000’i gösteriyor.

Zilin bir müzik aleti olarak Ortadoğu ve Asya’da ilk ortaya çıkışının MÖ bin yılına dayandığı düşünülüyor. Ziller, antik zamanlarda dansçıların yalnızca Doğu’ya özgü, törensel danslarda kullandıkları, tahtadan yapılma minicik vurmalı aletlerdi. Dansçılar bu bir çift zili çoğunlukla tek ellerinde kullanırlardı. Biri başbarmağa, diğeriyse orta ya da işaret parmağına takılırdı. İşlevleri de diğer müzik aletlerine eşlik etmekten çok egzotik bir hava yaratmaktı. Sonraları zil yapımında tahta yerine genellikle gümüşle karışık kalay ve bakır gibi çeşitli madenlerin alaşımı kullanılmaya başlandı. Daha geniş bir kullanım ve ses yelpazesine ulaşabilmek için gizli işlemlerden geçen ziller, giderek genişlemeye ve incelmeye başladı. Bizans döneminden Türk ordularının gümbürdeyen davullar, zil ve gong vuruşları eşliğinde sefere çıktığı devirlere de yayılan uzun bir süreç içinde ritmik müzikte kullanılan zillerin günümüzde bilinen haline ulaşması için değişik aşamalardan geçmesi gerekti. 1623 yılı zil yapım sanatında önemli bir tarih. Günümüzden tam 377 yıl önce İstanbul’ da yaşayan Avedis adlı simyacının geliştirdiği ileri teknik, zil yapım sanatında bir dönüm noktası oldu. Bakır, kalay ve gümüş alaşımı için geliştirilen bu özel teknikle yapılan zillerin olağanüstü bir tınısı ve ses berraklığı vardı. Osmanlı sultanları, vezirler ve hatta ordudaki askerler bile Avedis’ in yaptığı bronz zillerin yumuşak tonlarından çınlayan sesinden ve güçlü tınısından etkilenmiş, bu kusursuz ustalık karşısında büyülenmişlerdi. Avedis’ in ünü bütün ülkede kısa sürede yayıldı ve ona zamanın loncası tarafından “zilciyan” ünvanı verildi. Türk zillerinin ünü giderek tüm dünyaya yayılıyordu. Özellikle de Prusya askeri orkestrasında çok popülerdi. 19. yy başında Türk zilleri bütün dünyaya gemilerle ihraç edilmeye başlandı. Osmanlı döneminde yaşayan zil yapım ustaları( zilciyanlar) Osmanlı sultanlarının ordularına zil yetiştirmek için bıkıp usanmadan çalıştılar. Böylece ordular da güçlerini gösteren şangırtılı bronz zilleri ve gökgürültüsü gümbürtülü davullarıyla muzafferane bir edayla savaş meydanına girer, kendilerini bekleyen düşmanlarını korkudan tir tir titretirlerdi. Dönelim günümüz İstanbul’una.. İstanbul’da iki yer, modern teknoloji uygulamadan üretilen, el yapımı ziller konusunda popüler. Bunlar, İstanbul Zilleri ve Boğaziçi Zil Sanayii. Artık, el yapımı bir zil yalnızca bir günde üretilebiliyor. 377 yıl önve Avedis tarafından geliştirilen, ama günümüzde elektriğin nimetlerinden de faydalanılarak imal edilen ziller şimdi bütün dünyada tanınıyor. Osmanlı sultanları, vezirler ve başkumandanları terk-i diyar edeli çok zaman oldu. Şimdi tarih sahnesinde caz, pop, rock ve heavy metal ya da geleneksel Türk halk müziği ve arabesk tarzı besteler yapan sanatçılar var. İşte, bu harıl harıl işleyen fabrikalar da 20. yüzyıl müzisyenlerinin taleplerini karşılamak için durmaksızın çalışıyor ve en iyi kalitede ziller üretiyorlar.

Zanaatkarlar alın teri dökerken, biz de ünü dünya çapında yayılmış bu nadide zillerin yapım aşamalarını izleyelim dedik. Önce bakır ve diğer madenlerin, çamur ve kilden yapılma özel kapaklı, derin potalar içinde eritilmesi gerekiyor. Rusya’dan özel olarak ithal edilen en iyi kalite kömürde yaklaşık 1100-1200 derecede eriyip kaynayana kadar (bir saatten fazla) ocakta tutuluyor. Ardından düz, yuvarlak pik kalıplara dökülüp, odun ateşiyle ısıtılan bir fırında yaklaşık 600-700 derecelerde tavlanıp istenen incelikte olmaları için yedi ya da sekiz antika silindirden geçiriliyor. Bundan sonraki adım, zili bir başka kalıba koyarak ortasına o bildik kubbeciği kondurmak. Bu işlemi zilin tam ortasında bir delik açılmadan önce yapmak gerekiyor. Tüm bunlardan sonra zilin kenarları kusursuz bir daire oluşturacak şekilde kesiliyor. Ortaya çıkan artık maden parçaları da eritme kabına geri atılıp değerlendiriliyor. Madenin sıkışması ve istenilen biçime gelmesi için çelik bir örsün üstüne konulan zil, 20-25 dakika özel alaşımlı demir çekiçlerle dövülüyor. Çekiç ustaları bu işlem sırasında çıkan korkunç gürültüden rahatsız olmamak için kulaklarını bir parça pamuk ile tıkıyorlar. Zillerin kenarları tornada düzeltildikten sonra, iç kısımda kalmış olabilecek herhangi bir pürüzü de ortadan kaldırmak için özel bir tornadan geçiriliyor. Bu işlem süresince yerlerin incecik bakır iplikçiklerle kaplanması kaçınılmaz tabii. Bu bakır telcikler de hergün sonunda toplanarak eritme kabına atılıyor. Bu işlemlerin sonunda, hemen hemen bitmiş hale gelen zil, dış kısımları düzleştiren son cilacıya gönderiliyor. En sonunda zilin üzerine atölyenin damgası vuruluyor. Maden kazandığı ısıyı uzun süre tuttuğundan bitmiş ürün birkaç gün dinlenmeye bırakılıyor. Çünkü , zil asıl tınısına ve sesine ancak tamamen soğuyup dinlendikten sonra kavuşuyor. Her zilin çapı inç cinsinden ölçülüp ağırlığı da çeşitli kategorilere göre derecelendiriliyor: “crash”,”splash”,”ride”,”hihat” gibi.....

Zil yapım sanatı ne yazık ki 20. yüzyıl ortalarında kaybolmaya başladı. Tüm dünyada müzisyenler tarafından kullanılan zillerin pek çoğu –bazıları elde cilalansa da- artık makina üretimi. Peki, gördüğünüz bir zilin yüzde yüz el yapımı olduğunu nasıl anlayabilirsiniz? Tabii ki sesinden. El yapımı her zilin kendine özgü bir ses rengi vardır: Güçlü ve ağır ya da hızlı ve hafif, keskin ve ham ya da derin ve dinamik. Günümüzde zil, her müzik türünde kullanılıyor. Beethoven’dan heavy metale, halk müziğine, opera caza kadar. İstanbul’daki bu fabrikalarda herkesin zevkine göre bir zil bulmak mümkün. Dünyanın en üst düzey müzisyenleri ve vurmalı enstrüman çalanların çoğu buraların ziyaretçisi. Her gelişlerinde sınıf sınıf, çeşit çeşit zili sabırla deneyip sesini dinliyorlar. Ta ki kafalarında canlandırdıkları o özel tınıyı yakalayana kadar. Üretildikten sonra dinlenmeye bırakılan zillere de sahipleri tarafından beğenilip, götürülecekleri günü beklemek düşüyor.

Roni Askey Doran

2 yorum:

Adsız dedi ki...

evet bu yazıyı uçakta okumuştum

Adsız dedi ki...

bende şimdi okudum gerçekten hoş